Yaklaşık 3 hafta evvel, 22 Kasım’ın güneşi batarken bütün Arjantin’de umutsuzluk ve hayal kırıklığı hakimdi.

Kaptanının son turnuvasına büyük umutlarla gelen Latin Amerika ekibi, daha ilk maçında ağır favori olduğu Suudi Arabistan karşısında skoru koruyamamış ve tarihi bir şok yaşamıştı.

Oysa o güne dek Buenos Aires’te neredeyse her şey toz pembe gözüküyordu. Copa America zaferi, Finallissima mutluluğu, 36 maçlık yenilmezlik serisi ve bir dünya yıldızı…

Üç yıldır yenilmeyen bir takım, nasıl olmuştu da böyle bir şok yaşamıştı?

Dahası, bu şoku yaşayan takım nasıl oldu da finale geldi?

Filmi biraz başa saralım.

 

Sabella sonrası Arjantin’in başına sırasıyla Gerardo Martino, Edgardo Bauza ve Jorge Sampaoli getirildi. En uç noktası Sampaoli olmak üzere üç antrenörün de ortak hatası, takım kadrosunu doğru tahlil edememeleriydi.

Yıllardır bu takımı yöneten her antrenör, sahaya daha fazla yetenekli oyuncu atmanın, teknik kapasiteyi daha yukarı çekmenin ve bütün yıldızlara dakika vererek hepsini memnun etmeye çalışmanın yollarını aradılar. Bu denemelerin tümü başarısızlıkla noktalandı.

Zira Arjantin’in ön alandaki yıldızlarının büyük bir çoğunluğu birbirleriyle çakışıyor, aynı rolü giyecek oyuncular üst üste biniyor, oynayabilecekleri oyunu anlamlı kılmak için arkalarında oynayan futbolcuların da benzer kaliteye sahip olması gerekiyor ancak o kalite bulunamıyordu.

Üstelik, ülke genetiği neticesinde hemen her rakibe karşı fiziksel dezavantaj yaşadıklarını unutmamak gerek.

Bu kadroların hepsinin zaaflarının örtülmesine, yüklerinin taşınmasına, yapabildiği şeyleri yukarı çıkarmak yerine yapamadıklarına odaklanılmasına ihtiyaçları vardı.

Sampaoli kendi döneminde, her daim kullanmayı çok sevdiği ve rakip yarı alandaki taç çizgilerini oyunun bir parçası değilmiş gibi gören 3-3-3-1’i, hiç uymayacak bir kadroya (bana göre hiçbir kadroya uymaz) yedirmeye çalışmış, İspanya’dan 6 yemek gibi berbat tecrübelere rağmen vazgeçmemiş, ancak ve ancak Hırvatistan karşısındaki ezici yenilgiden sonra alternatif aranmış ama bu da fayda etmemişti.

Ve 2018 yılının Ağustos ayında yaşanan menajer değişikliğiyle, Pazar günkü final için bilet ayırtacak hikayenin başlangıç adımı atıldı: Lionel Scaloni

Kadroyu doğru tahlil etmek

Kariyeri boyunca A Takım seviyesinde yalnızca yardımcı antrenörlük yapması nedeniyle bana göre Scaloni’nin ilk bir yılı, çıraklık dönemiydi.

Mascherano başta olmak üzere önemli isimlerin milli formaya veda ettiği bu dönem, Meza ve Pavon gibi ideal seviyenin çok altında kalan oyuncuların ayrıştığı, bir çekirdek ve temel oyun felsefesi kurma denemelerinin ağır bastığı ve Copa America 2019 yarı finalinde alınan Brezilya mağlubiyetiyle son bulan bir serüven oldu.

O dönemle birlikte Scaloni, takımı için en uygun formülü buldu.

Neydi bu formül?

Her şeyden evvel, takımın Messi’ye göre plan çizmesi gerekiyordu. Messi kanat oynayamazdı çünkü hem eski patlayıcılığını kaybetmiş hem de rakip bekleri kovalama alışkanlığını hiç kazanmamıştı. Messi santrfor oynayamazdı çünkü oyun tarzı itibarıyla sahada gezmeli, ‘oyun kurucu’ görevini üstlenmeli, stoperlere karşı sırtı dönük oynama gibi bir yükümlülüğe sahip olmamalıydı.

Messi’nin orta sahanın bir parçası olarak oynaması da mümkün değildi. Nitekim, top rakipteyken pres yapmayan, defansif açıdan çok fazla ikili mücadele girmeyen, özetle yürüyen bir oyuncuydu. Klasik tabirle ‘serbest’ oynamalı ve arkasına onun savunma yükünü taşıyacak, etrafına ve önüne de takım bütünlüğünü sağlayacak parçalar eklenmeliydi.

Arjantin, hiçbir zaman oyunu tamamen rakip alana yıkıp tempoyu çok yüksek seviyeye çıkarabilecek bir takım olmadı. Zira Messi ve Di Maria dışında topu ayağına aldığında markajdan kaçırabilecek bir oyuncu bulamıyor, dolayısıyla top dolaştırma hızını artıramıyorlardı. Ayrıca topu hızlı kazanma olanakları fiziksel olarak çok düşüktü.

Aynı Arjantin, oyunu tamamen geride kabullenerek kontratak takımı olması mümkün olmayan bir ekipti. Belki spesifik durumlarda denenebilirdi ama stoperleri dahi 1.80 bandında olan, bekleri ve savunma önündeki oyuncuları çok kalıplı olmayan bir takım oyunu tamamen geride kabullendiğinde Weghorst örneğini onlarca kez yaşayabilirdi. Ayrıyeten, Di Maria’nın yavaş yavaş gerilemesiyle beraber yeterince kontratak silahı yoktu.

Scaloni, takımının topa belli oranda hükmedecek, tempoyu düşük tutacak ama kontrolü kendinde olacak bir oyun kurgulaması gerektiğine kanaat getirdi. Top kaybedildiğinde takım olarak önde basmak Messi’den dolayı mümkün değildi. Bu yüzden kaleye uzak bölgede, büyük oranda ikinci bölgede kümelenerek orta sahada her türlü fiziksel teması sağlamak, çokça faul yapma pahasına rakibi oynatmamak gerekiyordu.

İlk adım burada atıldı. Çok rahat edeceği düşünülen maçlar ya da çok özel durumlar olmadıkça Arjantin, iki adet kanat orijinli oyuncuyu sahada tutmamaya başladı. Bu sayede bir kanatta oynayan orta saha özellikli futbolcu (Lo Celso, Mac Allister vs) top rakipteyken merkezi destekleyecek, top kazanıldığında da hakimiyet kurmakta zorlanan orta saha ikilisine destek verecekti.

Bir diğer faktör, orta alanda teknik kapasiteyi birinci plana koymamak oldu. Gerekirse bazı pas hatalarına göz yummak pahasına De Paul tipinde oyunun iki yönünü oynayan isimlerden vazgeçilmemesi gerekiyordu. Takımın yumuşak, kolay geçilen bir orta sahaya sahip olmaması için önemli şartlardan biri buydu.

Santforda tercih edilen oyuncuların yüksek hareketlilik ve pres gücüne sahip olması elzemdi. Arjantin forvetleri genelde kısa olur ama nadiren ortaya çıkan fizikli, sırtını dönebilen oyuncular (hemen her ortamda işlevsel olsalar bile) bu takım için kaçış yolu olmayacaktı. Unutulmamalı ki Messi maksimum üretkenlik ama minimum topsuz hareketle oynuyor. Bunu etrafındaki oyuncularla tolere etmeniz gerekiyor.

Ayrıca stoper hattında da daha iyi oyun kurma gibi arayışlar yerine, set savunması kaliteli ve illa ki gerekeceğinden duran top karşılayabilecek oyuncular tercih edilmesi lazımdı. Ne kadar iyi oynarsa oynasın, Arjantin fiziğindeki takımlar için yüksek toplar her zaman büyük tehdit.

Yeni jenerasyonun piyangoları

Scaloni’nin ekibe yeni katılan oyuncular bazında bazı şansları da mevcuttu elbette. Yıllar sonra ekip, Emiliano Martinez gibi güvenebileceği bir kaleciye sahip oldu. Cristian Romero, son zamanlarda yetişmiş en iyi stoperleriydi. De Paul belki son 10 yılın tek çift yönlü orta sahasıyken yanına Enzo Fernandez de eklendi. Alvarez ve Lautaro Martinez tam da bu kurguya uyacak tipte forvetlerdi. Mac Allister piyangosu da cabası.

Yine de bu kadronun Fransa, İngiltere, Portekiz, Almanya, Brezilya ve belki İspanya kadar tavanı yoktu. Bu takımlara nazaran fazla sayıda asker oynatmaları gerekiyordu. Küçük değişiklikler, bütün kurguyu bozabiliyordu.

Örneğin, Suudi Arabistan karşısında kendilerini bu yola getiren şablonun dışına çıkıp, Di Maria’nın tersinde Papu Gomez’i kullandılar. Muhtemelen rakibi zayıf görmenin neticesi olan bu tercih, Arjantin’in rakibini orta sahada boğabilme özelliğini kaybetmesine ve yine bu hat içine giren ekstra pas opsiyonunu yitirmesine neden oldu.

Paredes’in sürekli stoperlerin arasına girmesiyle orta alanda De Paul tek kaldı. Top çıkmayınca Di Maria ve Messi çok daha geriye gelmek zorunda kaldı. Bu da üretkenliği düşürdüğü gibi, pas mesafesini ve doğal olarak ofsayt sayısını artırdı. Bu geçirgen Arjantin, tarihi bir şokla yüz yüze kaldı.

Meksika karşısında Papu Gomez tercihinden vazgeçilmiş ve yerine Mac Allister dahil edilmişti. Bu değişiklik, Arjantin’e neredeyse pozisyon vermeden 60 dakikayı tamamlamaları gibi bir karşılık sağladı ama üretken de olamadılar. Zira Paredes yerine ilk 11’de kullanılan Guido Rodriguez de sürekli stoperlerin arasına giriyor, De Paul yine tek kalıyor, Messi ve Di Maria yine topla kaleden uzakta buluşuyordu. Ayrıca Montiel de kendisine bırakılan koridoru çok kötü kullanıyordu.

57 ve 63. dakikalarda yapılan oyuncu değişiklikleri turnuvanın kaderini etkiledi. Guido’nun yerine giren Enzo Fernandez, ‘savunmayı üçleyen orta saha’ kasvetinden takımı kurtardı. Molina da hiçbir fayda sağlamıyorsa dahi Montiel ile vakit kaybedilmemesine katkı sağlayarak artı yazması muhtemel bir oyuncuydu.

Sadece bir dakika sonra, hiç ideal bir pozisyonda olmamasına rağmen kaleye daha yakın noktada top alan Di Maria, hiç kolay bir noktada olmayan ama yine kaleye daha yakın konumlanan Messi’yi buldu. O golle Arjantin de kendisini turnuvaya getiren formülü buldu.

Kimi zaman üçlü, kimi zaman dörtlü formasyonlar içinde Tangocular, bu maçla birlikte sahada her daim Messi’nin savunma yükünü çekecek, orta sahada eksik kalan pas opsiyonlarını kanatlardan telafi edecek, yine Messi etrafında hareketlilik sağlayacak ve seti belli oranda savunabilecek oyuncu grupları bulundurdular.

İki kule forveti savunamadıkları Hollanda maçı dışında üçlü formasyonla konfor sağlayabilmeleri de bana göre sahaya harika yerleşmeleriyle ilintili. Zira üçlünün en önemli tehlikelerinin hiçbirini (Geriden top çıkaramama, kanatlarla stoperlerin baş başa kalması, gerektiğinde ileride çoğalamama) yaşamadılar.

Acemi bir antrenör olsa, Suudi Arabistan maçındaki kırılmanın ardından eleştirilere fazla kulak asıp kendinden önceki teknik direktörlerin yaptığı hataları tekrarlar ve muhtemelen Dybala’yı ilk 11’e alırdı. Tamamen Messi ile aynı rolde oynaması gereken Dybala doğal olarak takımın yıldızıyla üst üste biner, düşük olan hareketlilik daha da kısıtlanır, top rakipteyken yürüyen bir değil iki oyuncu olur ve Arjantin, Meksika’ya da yenilip turnuvaya veda ederdi.

Hollanda’nın yüzü dönük dribblinglerle takımı kaleye götüren iki forvetine karşı (Gakpo-Depay) üçlü savunma tercih etmek, Hırvatistan’ın topu domine eden üç merkezine karşı (Kovacic-Brozovic-Modric) dört merkezle cevap vermek gibi tercihler, Scaloni ve ekibinin rakip analizindeki başarısını da ortaya koyuyor.

Ve elbette, Higuain’in ideal formu yakalayamadığı turnuvalarda kendisinde ısrarcı olmak gibi hataların aksine, Lautaro’yu ana plandan çıkarıp Julian Alvarez’i kazanmak da kupanın seyrini değiştirdi.

Ancak, tüm bunları anlamlı kılabilmek için komutanın her şeyi ama her şeyi yapması gerekiyordu.

Lionel. Andres. Messi.

Hem bu kupada hem de geçmiş kupalarda çok fazla saygı duyulacak performans var ama bana göre Messi’nin 2022 performansı, başından sonuna takip edebildiğim turnuvalar arasında zirveyi çekiyor.

Her ne kadar yan parçalar doğru bir kurgu içinde verimle oynuyor olsa da Arjantin’de Messi’nin yaptıklarını diğer oyunculara dağıtmak olanaksız. Onsuz bir alternatif üretilemiyor.

Bir yıldız düşünün, hem topu dinlendirmek istediğinizde her daim güvenlik kiti olsun, hem etrafındaki her türlü hareketliliği anında ve doğru kararla ödüllendirecek kadar üretken olsun, hem şut-pas tehditlerini aynı anda sahaya koyabilsin hem de neredeyse her maçta bunları maksimum kapasiteyle uygulayabilsin…

 

Bütün bir yazı boyunca sola orta saha koymanın, merkeze iki yönlü oyuncular atmanın akıllıca olacağı gibi şeyler anlattım. Tüm bunlara mana katan faktör, Messi’nin üretkenlik yükünü % 100’üyle çekiyor olması.

Öyle ki, kapasitesinin % 80’i dolaylarında futbol oynuyor olsa muhtemelen Tangocular çoktan kupaya veda etmiş, 2018’in bir tekrarını yaşayarak eve dönmüşlerdi.

Tabii ki küçük detaylara indirgenemeyecek kadar özel top oynuyor ancak Leo özelinde bu turnuvayla beraber çok saygı duyduğum bir durum var. Pek çok maçta 0-0’ı 1-0’a getiren aksiyonun başrolünü çekiyor (ki böyle bir takımın en büyük ihtiyacı bu) ama 1-0’dan sonrasını, o ana kadar geçen zaman diliminden de iyi oynuyor.

0-0’ı neredeyse hiç geçiş imkanı bulamadan geçen Arjantin, 1-0’la beraber Messi’nin yönlendirdiği çok fazla kontratak imkanı buluyor. Bu yalnızca pozisyon ve skor getirmekle kalmıyor, rakibin potansiyel baskısını da kırıyor. Yine üst paragraflarda detayıyla değindiğim üzere Arjantin, oyunu bütünüyle yarı alanında, hiç ileri çıkamadan kabullenebilecek bir takım değil.

Meksika, Avustralya ve Hollanda maçlarında Messi’nin başı çektiği hücum aksiyonlarına kadar Arjantin’in görüntüsü gol atacak gibi durmuyordu. 1-0’dan sonrasını ise neredeyse mükemmel oynadı.

Hırvatistan karşısında kilidi açan da, sihri yapan da Alvarez’di ve belki de turnuva boyunca ilk defa bir oyuncu, bu kadar belirgin şekilde Messi’den 0-0’ın yükünü aldı. Çok hızlı atılan 2 gol sonrası yine Leo resitali izledik.

Kendisine biçilen, belli dönemlerde hak versem de genel hatlarıyla çok abartılı olduğunu düşündüğüm “liderlik yapmayan, her şey omuzlarına bindiğinde sinen oyuncu” ithamını tamamen silmesi gereken bir turnuva oynadığını düşünüyor ve seyrettirdiği her güzellik için bir futbolsever ve bir hayranı olarak teşekkür ediyorum.

 

Turnuva öncesi Tangocuların yarı final/final yapabileceğine inancım vardı. Olası final yolunda, kağıt üzerinde onlara pek çok yönden baskın olacağını düşündüğüm iki takım vardı: Brezilya ve Fransa.

Brezilya, Jesus’un sakatlığıyla Copa America 2021’de Arjantin’e kaybettiği döneme benzer bir çıkmaza girebilir ve mağlup edilebilirdi. Nitekim, Arjantin’le hiç karşılaşmadan Hırvatistan’a boyun eğdiler.

Bu satırlar yayına girdiğinde Fas-Fransa maçı oynanmamış olacak fakat belki sizin önünüze oynandıktan sonra düşmüştür. Bu nedenle kullandığım ‘olası’ tabiriyle, finaldeki rakiplerinin Fransa olması halinde Tangocuların şansını turnuvada ilk kez bir eşleşmede düşük görüyor olacağım.

Zira oynadığı futbolun kadro kalitesiyle tam olarak örtüştüğünü düşünmesem de Fransa, istediğinde rakibinin ayağından topu alabilecek, istemediğinde ya da alamadığında müthiş kontratak silahlarına sahip, hemen her pozisyonda fiziken üstün ve yüksek topları etkili kullanan bir takım. Kağıt üzerinde Arjantin’e kaçış yolu vermiyor.

Eğer böyle bir final eşleşmesi olur ve Tangocular galip çıkarsa, “İki Lionel” bu harika öyküye unutulmayacak bir son yazacak.

 

15 yılı aşkın süredir en büyük keyfim olan Messi ve son 3 yıldır haberi bile olmadan bana çok şey öğreten Scaloni’ye saygılarımla…

Final sonrası görüşmek üzere, hoşça kalın.