caginaltug7878 @ gmail.com

     Nam-ı diğer Mr. Magic,  Dünya Bilardo Şampiyonu Semih Saygıner

  Muhteşem bir kariyer, ilham alınacak gerçek bir hayat hikayesi. Kahvede oynanan sıradan bir oyunu, Türkiye’de gurur duyulan bir spor haline getiren, bilardo federasyonunun kurulmasına vesile olan, gerçek bir şampiyon!

    Pek çok ilke imza atan bilardo dünyasının yaşayan efsanesi Saygıner, bu sporun önde gelen isimleri tarafından tarihin gelmiş geçmiş en iyi bilardo oyuncularından biri olarak kabul görmüş ve ‘The Magic’, ’The Turkish Prince’   adlarıyla taçlandırılmıştır.

Halen profesyonel spor hayatının yanı sıra oyunculuk ve müzik ile yakından ilgilenen, bu alanlarda projelerde yer alan Saygıner, editörümüz Çağın ALTUĞ ile bir araya gelerek ders niteliğinde birbirinden değerli açıklamalarda bulundu.

“OKULUN YERİNİ BENİM İÇİN BİLARDO ALMIŞTI.”

        Benim bilardoya başladığım dönemde şöyle bir algı vardı: ‘’Bilardo oynayan boş gezenin boş kalfasıdır. İpe sapa yaramaz bir adamdır.’’ Ya da işi gücü yerinde hobi olarak oynuyordur. Gençsen ve okulun devam ediyorsa aileler, çocuklarının bilardo ile meşgul olmasını istemezlerdi. Çünkü bilardo oynamak, serseri olmak ve kötü bir alışkanlık gibi görülüyordu. Annem, babam ben henüz 14 yaşındayken bir trafik kazasında hayata veda etti. Ben, bu zor şartlar altında 16 yaşında Adapazarı’nda tanıştım bilardoyla. İlk zamanlar abim bilardo oynamamı istemedi. Çünkü bizim aile olarak değil bilardo oynamak, kahvehanenin önünden geçmişliğimiz bile yoktu. Anne, babamın vefat etmesiyle birlikte hayatım allak bullak oldu. Sonradan anlamaya başladım ben bu durumu. Çünkü okula gidiyorum, okulda her şeyi dört dörtlük olan çocukla ben aynı muameleyi görüyorum. Dolayısıyla ne oluyor? Hassas durumda olan bu çocuk okuldan, o disiplinden uzaklaşmaya başlıyor. Benim bilardoya kaçışım budur. Yoksa ben okuluna devam eden, dersine çalışan iyi bir öğrenciydim ve sonradan fark ettim ki, yıllar sonra böyle bir şey yaşamışım. Psikolojim bozulmuş. Yaşım 14 nerede pedagog, çocuğum daha. Dolayısıyla bir zaman sonra okuldan uzaklaşıyorsun.

      O dönemlerde arkadaşlarım beni yanlarına alarak, parayla okey oynanan kahve gibi yerlere götürdüler. Benimde kafam çalıştığı için kazanmaya başladım. Fakat çok geçmeden burada bir problem olduğunu anladım ve yanlış yaptığımı düşünerek bıraktım. Bu arada 14 yaşında anne ve babamı kaybettikten sonra okul hayatım paramparça oldu. Normal liseye devam ederken, bir zaman sonra gitmemeye başladım ve devamsızlıktan okuldan atıldım.  Sonra abim endüstri meslek lisesi sınavlarına girmemi istedi ve elektrik bölümünü kazandıysam da yarım dönem ancak okuyabildim. Arkadaşım İlker’in okul çıkışında beni bilardoya davet etmesi ve benim bu sporu biraz da başarabilmemle birlikte bilardo benim için okulun yerini almış oldu.

 

“17 YAŞINDA İSTANBUL ŞAMPİYONU OLDUM”

           Yeni bir şeyler öğrenmek için Ankara’ya gittim ve birtakım oyunlar seyrettim. Oradaki oyunun daha farklı oynandığını gördüm. Bu nasıl oluyor derken çalışmaya, araştırmaya başladım. Sonra beni İstanbul’a götüren arkadaşım Tezcan, bana dedi ki:

‘’ İstanbul da çok iyi oynayan ustalar var. Ben hepsini seyrettim. Sen onlardan iyisin ve hepsini yenebilirsin.’’  Mecidiyeköy’de yapılan şampiyonaya girmem için beni ikna etti.

       Nitekim tornacı bir abimizin hazırladığı normalden kısa, ortası yakılarak çizilmiş, lacivert oto boyası ile boyanmış, tek parça bir odun ile bu turnuvaya katılmaya karar verdim. Tabii kimse bizi tanımıyor, geçtik oturduk. Ben o şampiyonada finalde Remzi Yurt’ u yendim. Ve bir anda 1981 yılında, bir yılın biraz üstünde bir bilardo oyuncusuyken 17 yaşında İstanbul Şampiyonu oldum. Bu başarımla birlikte Adapazarı’nda kısa sürede herkes tarafından tanınan biri oldum ve çalışmalarımı hızlandırdım.

 

HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI

        İlk uluslararası davet 1986 yılında oldu diyebilirim. O zamanlar Bakırköy- Çamlık’ta bulunan Zeki Bilardo’ya ‘’Joop De Wilde’’ ve ‘’Piet De Jong’’isimli iki tane Hollandalı geldi. Kendi ülkelerinde sıradan bir bilardo oyuncusu kabul edilecek bu iki kişi aslında bizlerden iyiydiler ve nitekim bizi yendiler. Sonra 1988 yılında rahmetli Bora KARATAY ile birlikte Belçika’ya gittik. Orada bilardo efsanesi olarak kabul edilen Raymond CEULEMANS’ın salonuna giderek onu İstanbul’a davet ettik. 1988 yılının eylül ayında Ceulemans Türkiye’ye geldi. Etap Marmara otelinde müthiş bir organizasyon planlandı ve ben Ceulemans ile eşleştim. Maç sonucunda kaybetsem de artistik bilardodaki performansımla dikkatleri üzerime çekmeyi başardım.

       1990 yılından itibaren Efes Pilsen sponsorluğunda turnuvalar yapılmaya başlandı ve bir davet turnuvası düzenlendi. Dünyanın en iyi oyuncuları ülkemize geldi ve onlarla oynayamadan eleme turlarında Remzi Yurt’a mağlup oldum. Üstelik o dönem Türkiye’de kimseye set dahi vermiyordum. Müthiş kötü bir psikolojiye sokmuşlardı beni. Bu mağlubiyetten öyle bir ders aldım ki her şeye kulağımı tıkadım.

        1991 yılında Efes Pilsen yine bir turnuva yaptı. Orada daha iyi bir performans sergiledim, daha iyi oynadım. 1992 yılına gelindiğindeyse Türkiye’de organize edilen turnuvada bir kez daha Ceulemans ile eşleştim. Tribünde yaklaşık 1500 kişi var ve Türkiye’nin tek umudu benim.  Çünkü benden başka maç kazanabilecek adam yok.  Arada ciddi bir seviye farkı da söz konusu. Setler 2-2 devam ederken, son sette 13-2 öne geçtim. Galibiyete sadece iki sayı varken bende bir panik başladı. Çünkü Ceulemans gibi bir sporcuyu yeniyordum. Ben heyecan, stres yaşarken Ceulemans tecrübesiyle geriden gelip beni yendi. Orada bulunan herkes benim aslında panikten, heyecandan maçı kaybettiğimi anlamıştı. Bunun üzerine Dünya Bilardo Birliği başkanı 1992 yılının sonunda Berlin’ de düzenlenecek olan Dünya Kupası’nda oynayabilmem için bana ‘’Wildcard’’ verdi. Burada bir kez daha ilk turda Ceulemans ile eşleştim. Set dahi vermeden karşılaşmayı 3-0 kazandım. Üstelik bu müsabakayı Alman televizyonu canlı olarak yayınladı. Maç sonunda Alman televizyonundan maç kasetini aldım ve Türkiye’de yayınlattım. Kısa sürede öyle bir yankı uyandırdı ki bu başarım önünü alabilene aşk olsun. Federasyon o sayede kuruldu. Birçok televizyon programına katıldım, dergi ve gazetelerde yer aldım. Bilardonun sanıldığı gibi bir kahvehane oyunu olmadığını, aksine bir spor dalını olduğunu anlatabilmek için çok büyük çaba sarf ettim.

          Nitekim,1993 yılı başarılı geçti ve 1994 yılında Dünya Kupasını kazandım. 2005 yılına kadar geçen sürede birçok başarı elde etsem de 1 sene sabredebildim ve 2007 yılının başında kariyerimi dondurdum.

Raymond CEULEMANS: “Semih’ten sonra dünyada bilardonun oynayış biçimi değişti.”

 

 

 

“DÜNYANINEN İYİ SPORCULARINDAN BİRİ OLMAK BENİ DEĞİŞTİRMİYOR.”

     

     Maçta ya da bilardo turnuvalarında farklı bir kişi olabilirim. Bu durum beni insan olarak değiştirmiyor. Kimsem ben O’yum. Benim için önemli olan, insan hayatı boyunca daha iyi bir insan olmaya çalışmalıdır. Ben de her geçen gün kendimi daha iyi bir birey olmak adına yetiştirmeye çalışıyorum. Bende öyle Dünya Şampiyonu oldun çok iyi bir yerdeyim gibi bir düşünce yok. Sonuçta bu benim mesleğim ve mesleğimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Aslında işin özü bu kadar basit…

 

“BİLARDO MASASININ ETFARINDA KÖTÜ ENERJİ YOKTUR.”

        Bilardo masasının enerjisi çok farklıdır, etrafında kötü enerji asla yoktur. Yani bir vuruşu 20 kez denesen dahi etrafındakiler ‘’yuh’’ nasıl yapamadın demez.  Beklerler ki yapsın da görelim. Dolayısıyla bilardo masasının etrafında pozitif bir enerji söz konusudur. Beni de bilardoya bağlayan bu enerjiydi. Ben biraz becerdikçe müthiş bir motivasyon kaynağı oldu bu bana. Etrafımda herkes bravo, aferin demeye başladı. Maalesef takdir konusunda çok cimri bir toplumuz. Takdir etmiyoruz hiçbir şeyi. O yüzden beni bu işin içinde tutan en önemli faktörlerden bir tanesi takdir edilmekti. Çünkü koşulsuz takdir var bilardo masasının etrafında. Yapamadığın zaman senin adına üzülüyor seyredenler. Başaramayınca “Yapamadı bak gördün mü?” diyen yok. O yüzden beni bilardo içerisine çekti. Ben bilardoyla devam ettim hayatıma…

 

“BİZ FARKLI BİR TOPLUMUZ.”

         Ülkemizin yönetimsel anlayışını bir futbol teknik direktörü gibi düşüneceksin. Daha net anlaşılabilmesi adına söylüyorum. Şimdi sen kaleci olacak adamı golcü futbolcu yaparsan takım göçer. Dolayısıyla doğru adamların doğru yerlerde oynayabilmesi çok önemli. Toplumumuzda aile büyükleri tarafından aman çocuğum doktor olsun, mühendis olsun gibi bir algı var ve bu genellikle para ile ilgili. Bunun zenginleşmek adına söylemiyorum. Herkes çocuğum iyi yaşasın istiyor. İyi niyet var aslında olayın özünde. Ama sen dünyanın en iyi heykeltıraşını doktor yaptın olmadı şimdi…

          Şapkamızı önümüze koyalım. Bir çocuğu yetiştirirken ne yapıyoruz? Bunları konuşmamız lazım. Bu işin profesörü değilim ama gözlemci bir insanım. O yüzden biraz serbest olmak lazım. Bir şeyi gerçekten başarmak istiyorsan boşlukta kaybolmayı göze alacaksın. Yok öyle armut piş, ağzıma düş. Ben bunu yaşadım çocukken. Fırsat verilse çocuklarımız çok şey yapacak. Fakat söylediklerimizin ve tabularımızın dışına çıkmasınlar istiyoruz. Biz farklı bir toplumuz. Bunları kabul edersek, eğer üzerine gidersek bir şeyleri değiştirebiliriz. Yoksa işimiz çok zor…

“SPORA KARŞI BİR MESAFE VAR.”

           Meslek olarak saydığımız şeyler bizde elliyse, gelişmiş ülkelerde bu sayı beş yüz. Böyle bir fark var arada. Gelişmiş ülkelerde spor yaparak hayatını kazanma ihtimalin var. Bizdeyse bu durum çok zor. Bizde amatör spor deniyor. Amatör musluk tamircisi var mı? Amatör spor olur mu? Profesyonelleştiğimiz spor dalları bir elin parmağımı geçmemiş. Diğerlerinin hepsi ceplerinden para harcıyor. Neymiş amatör spormuş. Ülkeni temsil etmeye gidiyorsun, cebinden para harcıyorsun. O yüzden de spora karşı bir mesafe var.

         Dönelim okullara. Çocukların neredeyse tamamı spor yapmayı, oyun oynamayı seviyor. Bir zaman sonra hemen hemen hepsi okuyup para kazanmanın yollarını arayacak. Nitekim sporda ne kadar başarılı olursa olsun, bununla hayatını kazanamayacaksa neden yapsın ki o zaman gibi bir algı oluşuyor. Şöyle bir tespitim var benim: Hızlı koşan bir çocuğumuzun dünyanın en hızlı koşan atleti olduğunu düşünsek bile orada da halen gezegene önce gelenlerin yanlış tutumları söz konusu. Bu çok yıldırıcı. Çocuklara spor yaptıralım derken tabir-i caizse dövüyoruz. Doğal olarak yapmak istemiyor çocuk ya da aileler ben küçükken futbola çok meraklıydım. Bizim çocuğu da futbola yazdırdım, diyor. O çocuğun belki merakı yok futbola? Çocuğu rahat bırak ki, o çocuk seçebilsin, rahatlasın. Sen dizginleri bırakmadıkça rahatlayamıyor. Tüm mesele bu aslında.

“BAŞARILI SPORCULAR CEZALANDIRILIYOR.”

        Bir spor dalında başarılı olduğun zaman tabir-i caizse palazlandığını hissediyorsun. İlgilendiğin spor dalında yanlış olduğun şeyleri söyleme ihtiyacı hissediyorsun. Yani bunun başarılı sporcular ceza almaz düşüncesi ile ilgisi yok. Başarılı olduğun zaman yanlışları söyleyecek güçte hissediyorsun kendini. Yanlışları söylüyorsun ve ceza alıyorsun. Ben düzmece cezalar aldım. Başbakanlık teftiş kurulunun raporu var bununla ilgili. Semih Saygıner’e düzmece cezalar verilmiştir diye. Seçime şaibe karıştırılmış, sahte kulüp kurulmuş, sahte lisans düzenlenmiş…

        Gelişmiş ülkelerde başarılı sporcular yöneticiler tarafından el üstünde tutuluyor. Bizdeyse durum tam tersi. Bu durumdan ben kaçarım. Sırf bu sebeplerden 7,5 yıl bilardo sporuna ara verdim. Düşünün, benim yaşımda ve kariyerimde bir adam bu durumdan kaçıyorsa o çocuk arkasına bakmadan gider. Onun için sporun yönetimiyle ilgili çok ciddi problemlerimiz olduğunu düşünüyorum. Tüm bu problemlerin altında tek bir cümle yatıyor: ‘’ Biz birbirimize çok kötü davranan bir toplumuz.’’ Özellikle büyükler küçüklere olan davranışlarında daha dikkatli olmalılar. Bu, benim yıllardır her an gördüğüm bir konu. Bundan vazgeçmemiz gerekiyor. Kötü davrandığın bir çocuğun başarılı olacağını düşünemezsin. Kötü davranarak çocuğu kazanamazsın. O yüzden ilerlemek istiyorsak hangi alan olursa olsun doğru teşhis koyabilmek için doğruyu söyleyebilmek gerekiyor ama maalesef söyleyemiyoruz. Bunları çözemedikten sonra sporda nasıl başarı bekleyeceksin. Bizde spor yöneticileri işini yapmak yerine daha çok ön planda olmak istiyor. O yüzden de olmuyor. Tüm bunları konuşmamız lazım. Fakat gerçekleri konuşamıyoruz.

 

Sporcular; yönetmeliklerle spor yöneticilerini el üstünde tutmaya mecbur bırakılmış insanlardır.

 

“HİÇBİR PİŞMANLIĞIM YOK.”

               Yaşadığım olumsuzluklardan sonra kariyerimi dondurdum ve yedi buçuk yıl ara verdim. Bu uzun ara bana birçok şey kattı. Kendimi başka alanlarda geliştirdim. Zaten ara vermeseydim, o insanlarla yoluma devam etseydim daha iyi bir birey olamazdım. Devam edebilmem için onlarla aynı şarkıyı çalmam gerekiyordu. Onlarla aynı yolda yürümek istemedim ve yollarımı ayırmak yönünde bir karar aldım. Bu durum bana yapılanlar ve o insanların sporla alakalı tutumlarıyla ilgili aslında. O yüzden doğru karar aldığımı düşünüyorum. Hiçbir pişmanlığım yok. Bu konuyla alakalı televizyona yaptığım açıklamada kariyerimi dondurdum demiştim. Bıraktım diye asla bir açıklamam olmadı. Bu arkadaşlar gidene kadar da asla devam etmeyecektim. Hatta bununla alakalı yurt dışındaki birçok bilardocu arkadaşım benim bir daha asla dönmeyeceğimi söylemişlerdi. Bu konu üzerine iddiaya girenler dahi olmuş. Kayıp bir zaman dilimi olarak görmüyorum bu durumu. Belki devam etseydim başarılarıma yeni başarılar ekleyebilirdim ama olmak istediğim insan olamazdım. Şu an çok mutluyum. 2014 yılının sonunda Bilardo Federasyonuna yeni bir yönetim geldi. Federasyonun başında bulunan Ersan ERCAN, bildiğimiz, tanıdığımız, oturup tartışılabilecek, konuşulacak birisi. Kendisi, sahalara geri dönmemi sağladı benim. Ben de mutluyum geri döndüğüm için. Çok zorluklar yaşadım. İnsanları kazanmak zordur, emek ister. Daha iyi bir ülke ve sporda daha başarılı olmak istiyorsak tüm bu hatalardan ders çıkarmamız gerekiyor. İstemiyorsak birbirimizi yer dururuz…

 

“OKULLARDA BİLARDOYLA ALAKALI ORGANİZASYONLAR YAPILMALI.”

 

         Okullarda çeşitli etkinlikler düzenlenerek çocuklarımızı bilardo sporu ile tanıştırabiliriz. En azından ilgili olan çocuklarımızın bilardo ıstakasını tutup, topa vurmaları gerçek bilardo masası üzerinde mümkün. Mesela ben bunu Hollanda, Belçika gibi ülkelerde gördüm. Çocuklar ders saatleri dışında bilardo kulüplerine getiriliyor ve sporla tanıştırılıyor. Öğretmenlerimiz muhakkak çocuklarımızı bilardo ya da sporla buluşturmak için müthiş bir çaba sarf ediyor.  Bunu da yapabiliriz diye düşünüyorum. İllaki okullarımızda bilardo masası olması gerekmiyor. Ayarlayalım öğrencilerimizi. İletişim kuralım bulunduğumuz ildeki bilardo kulüpleriyle. Diyelim ki, biz cumartesi şu saatte öğrencilerimiz ile gelmek istiyoruz. Antrenörünüz temel teknikleri öğrencilerimize gösterebilir mi diye. Emin olun faydalı olacaktır ve herkes katılacaktır.

“BİLARDO İLE HAYATIMI KAZANDIM.”

            Yaptığın spor branşında iyiysen hayatını kazanabilmen mümkün. Ama biz hem iyi olmayalım hem de hayatımızı kazanalım istersek olmaz. Bunu 100 metreyi 1 dakikada koşmak gibi düşünebiliriz. İyi olmak diye bir şey var ve bedelleri var bunun. Sporda iyi olmadan, başarılı olmadan hayatını ideme ettirecek parayı kazanamazsın. Alanında iyi olman gerekiyor. Alanında iyiysen ve kendini sürekli geliştiriyorsan bilardo ile de hayatını kazanabilirsin. Artı Amerikan Bilardosu (Pool), snooker gibi branşlarda çok daha fazla kazabilirsin. İyiysen ve hayattan ne istediğini biliyorsan neden olmasın. Tüm bunları yaparken mukayese edilmemeli. Bana bile arkadaşlarım zaman zaman snooker oynasan ne paralar var gibi cümleler kuruyor. Bu son derece yanlış bir düşünce. Bende öyle düşünceler yok. Bu benim gerçeğim ve mutluyum. Ne zaman ki mukayese etmeye başlarım işte o zaman mutsuz olurum…

“KADINLAR HAYATIN HER ALANINDA OLMALI.”

         1990 yılında Nişantaşı’nın göbeğinde Majestik Bilardo Salonu’nun işletme ortağıydım ben. Türkiye’ de başarılı bir sporcu olsam da dünya çapında başarılarım yoktu. Ona rağmen ülkemizdeki bilardo sporuna karşı olan olumsuz algıyı değiştirebilmek için sürekli medyayla iş birliği içerisinde oldum. Bu dönemde tam 95 kadın öğrencim vardı. Bu insanlara haftanın 3 günü ücretsiz bilardo dersleri verdim. Bunu yaparken de tüm bu çalışmaların medyada görülmesini ihmal etmedim. O zamanlar şöyle bir sözüm vardı: ‘’ Hanım, ben kahveye bilardo oymaya gidiyorum, sen evde otur.’’ diyebileceği bir şey değildir bilardo. Sosyal bir tarafı da vardır. Birlikte yapılabilir. Bilardo salonuna kızlı erkekli birlikte gelinebilir.

            Bugün gelinen nokta o günün sonuçlarıdır aslında….

“GENÇLERLE KOŞASIM VAR.”

              Pandemiden dolayı bir sene civarı bir ara var. Hiçbir şey yapamadık. Ne kadar süreceği tam olarak belli değil. Bu arada kendime yatırım yaptım. Evde spor yaptım, hocayla çalıştım ve eski formumu yakaladım. Zinde halimin bana müsaade ettiği yere kadar oynamak istiyorum. Hangi yaşa kadar oynayabilirim henüz onu kestiremiyorum. 60 yaşından sonra bilardo oynamam diye düşünüyordum. Ama bunu söylediğimde 60 yaş bana, herhalde bilardo oynayamayacağım yaş gibi geliyordu. Şimdi ise öyle hissetmiyorum. Gençlerle koşasım var. Fiziki kondisyonum gayet yerinde, formumdayım. Bende bu performans varsa neden devam etmeyeyim diye düşünüyorum. Yaşlılığa iyi hazırlanmak lazım. Kendime iyi bakıyorum. Çünkü ben bana lazımım. Hayattan olabildikçe zevk alıp zinde kalabilmek istiyorum.  Bundan daha doğal bir şey olamaz.

“Yaş sadece bir rakamdır.”

 

“ÖĞRENCİ OLARAK ÖLMEK İSTİYORUM.”

              Toplumuzda yetenek ve zekâ çok övgüye tabidir. Çünkü sözüm meclisten dışarı tembeliz. Kimse elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmaz. Yetenekli olanı da zeki olanı da tembel. Esas olan potansiyelini hiç merak etmez misin? Ben merak ettim ve yolculuğumda kendime hedef koyarken diğer bilardocular gibi yapmadım. Onlar hep birilerini yenmeyi hedefliyordu. Aslında insanlar birilerinden iyi olmaya çalışırken hata yapıyorlar. Öğrenmeye, gelişmeye çalışacaksın ve bunun yaşantı haline getireceksin. Ben 56 yaşındayım ve hala öğrenci gibi yaşıyorum, hala bir sürü şey öğreniyorum. Benden kaç yaş küçük kişilerin öğrencisiyim şu yaşta bir şeyler öğreniyorum onlardan. Bu durumda kompleks yapacak bir şey yok. Herkes, herkesin öğrencisi olabilir. Onun için ben, öğrenci olarak ölmek istiyorum. Okul dediğin şey mezun olduğun zaman bitiyor ya, hayat öyle değil. Mezun olursan yandın. Çünkü artık gelişmeyi durduruyorsunuz. Ben öyle düşünmüyorum. Ne zaman doğup ne zaman öleceğimizi bilemiyoruz. Hayatın bize tanınan kısmında kendimizi ne kadar geliştirebilirsek bu hayatta işte o kadar iz bırakmış oluruz.